5’incisi düzenlenen IST. Festival’de Türkiye’deki ilk kişisel sergisini açan fotoğrafçı Alex Prager, fotoğrafçılığın eğitimsiz de öğrenilebileceğini iddia ediyor. Sergiyi Prager’la birlikte gezdik.
İSTANBUL’74 ve Lehmann Maupin işbirliğiyle Türkiye’deki ilk sergisi için İstanbul’a gelen Amerikalı fotoğrafçı ve film yapımcısı Alex Prager eserleriyle sanatseverleri büyüledi. 5’inci İstanbul Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali diğer adıyla IST. Festivali’nin açılışını yapan Prager’ın eserleri insana hem tanıdık hem de bir o kadar da tuhaf duygular veriyor. Eserlerinde zamansızlık duygusunun altını çizen sanatçıyla ilk fotoğraf çektiği günlerden başlayarak derin bir sohbete giriştik. Bu arada unutmadan söyleyelim Prager’ın sergisi 20 Haziran’a kadar açık!
Getty Müzesi ziyaretinizden sonra fotoğrafçılığa başlamaya karar verdiniz. Sizi fotoğrafçılığa teşvik eden ne oldu?
2000 yılında Getty Müzesi’nde William Eggleston’un fotoğraf sergisini görmeye gittim. Onun ifadesi ve fikirleri o kadar güçlüydü ki o an kendi iç sesimi bulmam gerektiğini anladım.
Diğer ilham kaynağınız olan sanatçılar kim?
Birçok farklı disiplinden sanatçının etkisi altında kaldım. Etkilenmeye de devam ediyorum. Powell ve Pressburger’ın filmlerine, Roy Anderson, Bruce Gilden ve Martin Parr gibi isimlerin fotoğraflarına ve bir de heykeltıraş Duane Hansen’a hayranım. Hepsinden ilham alıyorum. Önemli olan kopyalamayıp kendi tarzınızda özgürleşebilmek. Bunu başardığıma inanıyorum.
Fotoğraf eğitimi almadınız. Çok başarılı ve profesyonelsiniz.
Kendi başıma öğrendim fotoğraf çekmeyi. Bu benim için zor bir başlangıç oldu. Fotoğraf eğitimi almayınca daha da disiplinli olmak gerekiyor ama oluyor işte. Şöyle bir avantajı da var bu durumun; kendine has bir tarz bulabilmek ve yaratmak için daha özgür olmanızı sağlıyor.
İlk çektiğiniz fotoğraf neydi, hatırlıyor musunuz?
İlk fotoğraf makinemi alır almaz New York’ta bir yol kenarlarında kanunsuz ve gizli olarak yapılan bahis oyunlarından birinin fotoğraflarını çektim. Oyunda seçilen iskambil kağıdının destenin neresinde olduğuna dair bahis yapılıyordu. Bu arada ben de o gün tüm paramı yatırmıştım!
Gerçekten mi! Kaç para yatırmıştınız?
300 dolar yatırdım ve şanslıydım; kazandım! Fakat bahisçi paramı vermek yerine birden koşmaya başladı. Boynuma taktığım fotoğraf makinem resmen hayat kurtardı. Kaçanların hemen fotoğraflarını çektim. İlginçtir ki 3 ay sonra bu fotoğrafı ilk grup sergimde 300 dolara sattım.
Sizce fotoğrafçılıkta, bir fotoğraf makinesi almak ile fotoğrafçılığı meslek olarak icra etmek arasındaki süreç çok uzun mudur?
Tabii. Kişinin iç sesini keşfetmesi, fotoğraf becerilerini geliştirmesi, tarzını belirlemesi ve en önemlisi de kalıplardan kurtulup özgürleşmesi yıllar sürer.
Bunca yıldan sonra hâlâ fotoğrafçılığın sizi zorladığı zamanlar oluyor mu?
Fotoğrafçılıkta öğrenme süreci hiç bitmez. Her zaman öğrenilecek bir şeyler var. Ne zaman yeni bir seri ya da fikir üzerinde çalışmaya başlasam karşıma, yeni düşündürücü metalar çıkıyor.
Fotoğrafçılığın yanı sıra filmler de çektiniz. Film yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Fotoğraflarım hakkında konuşurken yakaladığım anın hemen öncesi veya hemen sonrası konseptiyle ilgili bir sohbet esnasında aklıma geldi. O an daha ziyade “Hareket eden fotoğraflar” diyebileceğimiz bir denemeyle hikâye yaratmak, bunu deneyimlemek istedim. Beni bu film projesi çok heyecanlandırmıştı.
Fotoğraf çekmek ile film çekmenin arasındaki fark nedir?
Her ne kadar film yapmak aslında fotoğrafçı olarak yaptığım işin genişletişmiş hali olsa da süreç çok farklı. Müziği, sesi tasarımı, özel efektleri ve filmi oluşturan diğer unsurları kullanırken farklı bir bakış açısı gerek. Ve daha zor!