ÇAĞLA CABAOĞLU GALLERY MIAMI'DEN SONRA NEW YORK'U DA TÜRK ÇAĞDAŞ SANATI İLE FETHETTİ!

17 yıldır İstanbul’da çağdaş sanatın gelişmesi adına pek çok etkili sergi ve projeye imza atan Çağla Cabaoğlu Gallery; İstanbul’un kültür katmanlarından yola çıkarak şehirden ilham alan multi disipliner eserlerin bir arada olduğu dev duvar enstelasyonu İstanbul’un Nadire Kabineleri ile Aralık 2016’da gerçekleşen Scope Miami Art Show’a damgasını vurmuş, ve bu dev eser, fuar sonunda Amerikalı bir koleksiyonerin sanat koleksiyonuna katılarak Türk Çağdaş Sanatı adına büyük bir gurur kaynağı olmuştu. 

Ülkemizin tanıtımına ve imajına büyük katkıda bulunan Miami’deki bu başarısının rüzgarını arkasına alan Çağla Cabaoğlu Gallery, en son geçtiğimiz ay New York’u da 32 Türk sanatçısının yepyeni eserleriyle fethetti.


Bu başarılı galerinin kurucusu, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı mezunu Çağla Cabaoğlu; 2. kuşak galerici olarak Çağdaş Türk Sanatı’nda özgün bir çizgi geliştirme ilkesini benimsemeye, çeşitli projelerde artistik direktörlük yapmaya ve kurumsal alanda sanat danışmanlığı vermeye devam ediyor. 

Gençken cesur kararlar alabiliyor insan... 25 yaşında kendi galerimi açtığımda Türkiye’nin en genç sanat galerisi sahibiydim…


Biraz kendinizden bahseder misiniz? Kaç yılında kendi galerinizi açtınız? Nerden geldi aklınıza galeri açma fikri?

ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde okurken sanat tarihi derslerine çok ilgi duyardım. Annemin Ankara’daki galericiliği döneminde değerli akademiklerle ve sanatçılarla birlikteydim herzaman. Mezun olduktan sonra kısa kısa iş tecrübelerim oldu. Daha sonra kendi kuşağımın sanatçılarıyla beraber yürüyen, büyüyen bir galerici olma kararını aldım. 2000 yılında, Ralli apartmanında kendi galerimi açtığımda henüz 25 yaşındaydım. Birden Türkiye’nin en genç sanat galerisi sahibi olmuştum. Şuan ne büyük cesaret göstermişim düşünüyorumda


17 sene olmuş... Nice senelere diyelim öyleyse.

Teşekkür ederim. Ben de onunla birlikte büyüdüm.

Allah bana güç verdikçe, ben de Türk Çağdaş Sanatı’nın hak ettiği noktaya ulaşması için çalışmaya devam edeceğim.

Aralık 2016 Miami’de 42 ve Mart 2017 New York’ta ise 32 sanatçının eserini tek bir duvar enstalasyonu ile Scope Art Show’da sergilediniz. Istanbul’s Cabinet of Curiosities / İstanbul’un Nadire Kabineleri isimli bu cesur projeye nasıl başladınız ve süreç nasıl gelişti?

Her şeyin başlangıç noktası aslında benim merakım  Tarihte Rönesans’ın keşfetme dürtüsü ile ortaya çıkan, bir anlamda müzecilik/arşivcilik geleneğinin başlangıcı olarak da varsayılan ‘’Cabinet of Curiosity / Nadire Kabinesi’’ terimi uzun süredir ilgimi çekiyordu. Galerimizin sanatçılarından, arkadaşım Güneş Çınar’ın doktora yaptığı dönemde; bu konuyla ilgili geniş bir araştırması oldu. Kendisiyle bu konu üzerine çok konuşuyorduk. Okudukça aslında benim de koleksiyonerlik tutkumun Nadire Kabineleri konseptiyle örtüştüğünü ve kesiştiğini fark ettim. Konuyu projelendirme süreci de aklımda böylece şekillenmeye başladı.


İstanbul çok özel bir şehir... Bu şehre olan sevgimin ve inancımın, yaptığım her işe yansımasını istiyorum. Dünyada gittiğim her yere İstanbul’u taşımaya çalışıyorum.


Bu oldukça ses getiren projenizi anlatır mısınız?

“İstanbul’s Cabinet of Curiosities / İstanbul’un Nadire Kabineleri” konsepti kültürün; Fenikeliler’in ticaret yolu üzerinden İstanbul’dan Akdeniz’e, oradan Güney Amerika’ya taşınmasını imgeliyor. Bu konu da benim müzecilik geleneği gibi ilgilendiğim ve üstüne okuduğum bir konuydu. Bir Beyrut seyahatimde akademisyen arkadaşlarımdan dinlemiştim bu konuyu. Bugün bu kültür yolunun geçtiği rotalarda kültür ve diyalog ortaklıklarından bahsediyoruz. Sonuç olarak Miami ve New York’daki bu iki dev proje; kültürlerin diyalog geçişleri üzerinden İstanbul’daki sanat platformuna, kendi bakış açımızdan tutulan bir aynaydı. Hem müzecilik geleneği, hem de kültür yolculuğu kavramlarını global platformda gündeme getirmek, İstanbul’a ayna tutmak istedik.

“İstanbul’a ayna tutmak” dediniz o cümleyi biraz acarmısınız?

Beni en fazla iten güç İstanbul’a olan sevgim, İstanbul’un özel bir şehir olduğuna inanmam. Burada çok özel bir enerji var. Bütün kültürlerin bir arada yaşama özelliğinden kaynaklı, entegrasyondan doğan bir orijinallik olduğuna inanıyorum. Benim de hedefim İstanbullu bir galerici olarak bunu yansıtacağım sergileri gerçekleştirebilmek. Kendi bakış açımdan İstanbul’da bulduklarımı paylaşmak.


Projeye katılacak sanatçıları nasıl belirlediniz?

Bayağı uzun soluklu bir çalışma oldu. Galeri olarak çalışma geçmişimiz olan sanatçılara davet gönderdik. Türk Çağdaş Sanatı’ndan 50 yıllık küçük bir kesiti ortaya koyan proje konseptine göre eser üretilmesini istedik. 1943 doğumlulardan 1993’lü genç sanatçılara kadar farklı jenerasyonlar ve değerli akademisyenler dahil olmak üzere, 42 Türk sanatçısının eserinitek bir dev duvar enstalasyonunda bir araya getirdik. Bugüne kadar 100’ün üzerinde sanatçı ile çalışmış biri olarak gönül isterdi ki; o duvarda çok daha fazla sanatçı olsun. Miami fuarındaki alanımız 12 metre duvara sahipti. Enstelasyon 9x3 metre büyüklüğündeydi. Gerçekten büyük ilgi gördü. En çok takdir edilen, hatta cesur bulunan konu ise; duvarı oluşturan eserlerin tek tek satılmaması, tüm duvarın küçük bir koleksiyon olarak satılıyor olması idi.


Bu Türkiye için büyük gurur, tebrik ederim


Çok teşekkürler. Yurt dışında gerçekten başarılı işler yaptık, ama dediğiniz doğru Miami’deki başarımız hepsini gölgede bırakır... Çok küçük bir ekiple hem Türkiye, hem Amerika saatini yakalamak adına sabahlara kadar çalıştım, inanın insanüstü bir çalışma temposu idi, 4 gün üstüste hiç uyumadığımı bilirim, ama her şeye değdi. Dünyanın akın ettiği bir sanat fuarı, Türkiye’den 42 sanatçının 42 eseri ve fuar sonunda Amerikalı bir koleksiyonerin sahiplendiği dev bir enstalasyon... Dile kolay! Gerçekten öyle sadece bizim için değil, Türkiye için büyük gurur!


Nasıl karşılandı sergileriniz yurt dışında?

 

Miami’de; Contemporary Art Society, The Art Institude of Chicago, New York International Art Society, A+D Architecture and Design Museum Los Angeles gibi önemli sanat kurumları ve küratörleri tarafından izlendik. Bazı sanatçılar bu sayede projelere davetler aldı. Ziyaretçi defterimize yüzlerce insan inanılmaz övgülerini ve tebriklerini yazdı. T.C. Miami Başkonsolosu Özgür Kıvanç Altan’ın galeri onuruna 3 Aralık 2016 Cumartesi günü verdiği davette de, sanatla ilgilenen konuklardan çok onur verici takdirler işittik, tebrik edildik. Gösterdiğimiz bu başarıdan sonra Scope New York Art Show fuar komitesi de bizim İstanbul’s Cabinet of Curiosities projemizi göstermek istedi ve fuarın giriş alanındaki konukları karşılayan ilk standı bize verdi. New York projesi olarak aynı konseptte 32 sanatçının farklı eserlerini sergiledik. New York’ta da çok iyi basın dönüşleri aldık.


Çin’de bir serginiz oldu mu? Ondan sonraki proje ve sergiler nelerdi?


2010 yılında galeri olarak ‘Hayat Ağacı’ konseptiyle Türk Çağdaş Sanat’ından bir kesiti; Çin’de Shanghai Contemporary Fuarı’nda 17 sanatçının 120 eseri ile sergiledik. 20.000 adet uluslararası yayını basılan serginin eserlerinden 11 eser NAMOC (National Art Museum of China) ve 12 eser Taiwan National Art Park Museum koleksiyonuna girdi. Bir fuarla 23 eserin iki ulusal müze koleksiyonunda yer alması ülkemiz adına çok büyük bir başarıydı. 2012’de Basel Solo Project oldu. İstanbul’da bir çok sergiye ev sahipliği yaptık. Bir dönem üç sergi alanımız vardı Abdi İpekçi Caddesi’nde. Aynı anda 3 sergi izlenebiliyordu. Türkiye’nin iyi döneminde… Son dönemde 2016’da Çağdaş Hikayeler isimli bir sergi turu başlattık. Kürator Fırat Arapoğlu ve Republica Ajans ile birlikte İzmir’de 1200 m2’de 30 sanatçının 80 eserini sergiledik. İzmir’de 5000 kişinin üzerinde izleyici ile izlenme rekoru kırdı. Sonra İstanbul’da bu sergiyi Ağustos 2016’dan itibaren 42 Maslak’ta 3 ay boyunca sergiledik. 2016 sonu Miami ve geçtiğimiz ay New York’u da konuştuk zaten.


Sırada ne var?

2017 Kasım’da Houston’da yine büyük bir sergi planlıyoruz. Bir de tabii heyecanlı bir hedefimiz var; New York’da bir galeri mekanı edinmeyi hedefliyoruz.


Mart ayında MIPIM–Cannes’da İMMİB İstanbul Maden İhracatçıları Birliği ile hemen New York sonrası yaptığınız projeden de bahseder misiniz?


Seve seve bahsederim  İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri bu seneyi "Dünya Türk Doğal Taşları Yılı" ilan etti. İMMİB; 14-17 Mart tarihlerinde Fransa Cannes’da düzenlenen MIPIM fuarında, artistik direktörlüğünü benim yaptığım, sanatçımız Ozan Türkkan’ın tasarladığı özel bir stant ile yer aldı. Projede; fuara özel VR (Sanal Gerçeklik) tabanlı bir eser üretildi. Ziyaretçiler, kendilerini Türkiye'nin en değerli zenginliklerinden mermer maden ocaklarına götüren video bir izlediler. Özel VR gözlüklerini taktıkları anda kendilerini Afyon'daki mermer madenlerinde buldular. Bu video sanatçı Ozan Türkkan tarafından tasarlandı. Turkish Stones markası adına; global dilde, farklı, fütüristik, görsel ve işitsel bir deneyim yaşatan bir sunum gerçekleştirdik. İMMİB Yönetim Kurulu değerli vizyonları ile prezantasyonu bize bıraktılar. Kendilerine buradan teşekkür etmek isterim. Biz de ülkemiz adına önemli bir konuda, sanatla hayli fark yaratan fütüristik bir sunum yaptık. Büyük bir etki yarattığımızı; fuar izleyenlerinden, fuarda bulunan bürokratlarımızdan ve basından gelen tebrikler ve haber dönüşleri ile anlamış olduk.


Projelerinize bakarsak; çok geniş bir hayal gücünüzün olduğunu söyleyebilir miyiz? 

 

Teşekkür ederim. Kendimi kreatif biri olarak tanımlıyorum. Türkiye’de kendi ayakları üzerinde duran bir kadın olarak insan üstü azim, sabır ve mücadele göstermeseydim hayal gücüm olamazdı, bunu da biliyorum.

 

Sizce ülkemizde sanatçılarımız hak ettikleri değeri görüyorlar mı?

 

Bu sorunuz çok önemli. Bu sorunuzu “sanatın, entelektüel sermayenin, sektör olarak ülkemize katkıda bulunması nasıl gerçekleşebilir ?” diye yanıtlamak isterim.

 

Bugün Türkiye’de sanat sektörünün kurumsallaşması ve Devletin; sanatın varlığını sektör olarak kabul etmesi gerekiyor. Şu an İstanbul’daki çağdaş sanat özel sektörün kendi kendine var olma çabası ile sürdürülüyor, destekleniyor. Ancak dünyanın hiçbir yerinde devlet desteği olmadan sektörler yaşayamaz, ilerleyemez, gelişemez. Bunu böyle kabul etmek zorundayız. Bu vizyonda çalışmalar var. Uzun süredir sanatın vergisel boyutu üzerinde çalışıldığını biliyoruz. Örneğin %18 KDV’nin, tüm alınıp-satılan sanat ürünlerinde % 1’e indirilmesi halinde, sektör ciddi bir dinamizim kazanacak. Bu dinamizmin ülkemize kazandıracakları :

 

1-Bu sanat trafiğinin katkısı yurt dışına çıkan ve yurt dışından gelen eserlerle İstanbul’un kültür-sanat merkezi olmasını sağlayacak,

2- Ülkeye gelir sağlayacak,

3- Kültürün taşınması için kolaylık ve teşvik sağlayacak,

4- Kayıt dışı işlemleri durduracak,

5-Sanatçılarımızın ve teliflerin daha kolaylıkla  satılabilmesi bize bu sektörü büyütme ve ülkemiz adına dünya platformunda oyuncu olma şansını yaratacak.

Bunun yanı sıra sanatçının ödediği stopajda makul bir seviyeye indirilirse sektörün büyümesi çok hızlı ve güçlü olacak.


Tüm bu  sözlerinizden şunu anlayabiliriz, sanatçılarımız hak ettikleri değeri maalesef göremiyorlar.
Evet malesef öyle ama
“Herkül kadar güçlü değilsek Arşimet kadar zeki olmalıyız!’’… Büyük bir yükü küçük bir destekle havaya kaldırmalıyız. Bizim de küçük desteğimiz sanat olmalı. Sanatla Türkiye’yi en yukarılara taşıma hedefiyle hareket etmeliyiz ama sanatin kulfetini azaltarak tabiki.

Keşke su dediklerimize kulak verilse. Bu isin anahtari bu. Gerçekten doluyum. Gerek Miami, gerek New York sergilerinde kataloğundan, nakliyesine kadar her şeyi galeri olarak ben karşıladım. Karşılamaya da devam edeceğim. Ancak gönül isterdi ki; ülke imajına ve tanıtımına bu kadar katkı sağlayan bir konuda Devletimiz de galerilere, sanatçılara bazı kolaylıklar sağlayabiliyor olsun, taşın altına elini koymaya istekli olsun…

Şu an entelektüel sermaye için küçücük pastadan bir pay alma değil, bu pastayı büyütüp dev bir pasta oluşturma zamanıdır. Sanat sektörü ülkenin imajını belirleyici, marka değerine en önemli katkıları sağlama özelliğine sahiptir, artık bunu mutlaka dikkate almamız gerekiyor.

Bir müze veya bir eser görmek için dünyanın öbür ucuna giden biri olarak bu konunun önemini özellikle vurgulamak istedim. Sanat sektörü Türkiye’nin en büyük sektörü olmaz, olamaz ama iddia ederek söylüyorum; Türkiye’nin taşıyıcı sektörü, görseli, imajını yansıtan sektörü olur. Türkiye’ye çok büyük hizmetlerde bulunur, özellikle şu içinden geçtiğimiz dönemde…

Tüm dünyada sanat, disiplinler için kaldıraç görevi yapar. Bir arkadaşımın dediği gibi ‘’Herkül kadar güçlü değilsek Arşimet kadar zeki olmalıyız!’’… Büyük bir yükü küçük bir destekle havaya kaldırmalıyız. Bizim de küçük desteğimiz sanat olmalı. Sanatla Türkiye’yi en yukarılara kaldıracağız, taşıyacağız hedefi ile hareket etmek bizi ilerletecek.

Bu kadar ciddi konulardan sonra biraz günlük hayata geçelim Boş zamanlarınızda nelerle uğraşırsınız?

Boş zamanım uzun süredir olmuyor ki… Hobilerim de işimin parçası olarak gelişiyor. Kendi koleksiyonum en büyük hobim.

Kendi koleksiyonunuz için seçtiğiniz eserlerde kriterler neler?

Kişisel tercihim kendi koleksiyonumda ağırlıklı çağdaş sanat. Eserdeki mesaj, fikir, malzeme, sanatçıların  karakteri, eser seçimimi etkileyen önemli kriterler. Ama asla sanatçının CV’sine bakarak karar vermiyorum. Hissettiğimi alıyorum.


Alışveriş merakınız var mı?
Koleksiyonuma sanat ve tasarım eserleri alıyorum.

Bu mesleği yapmamdan dolayı da; tuval, kağıt eserler, heykeller, enstalasyonlar, video art’lardan oluşan değişik ebat ve medyalardan 300’ü aşkın kişisel bir koleksiyonum oluştu.  

Modayla aranız nasıl?

Modayı yalnızca siyah ve beyaz renk kullanan biri olarak takip ediyorum. Gerisini siz düşünün  Sadece tasarımcılara ait tekstil ve tasarım ürünlerini alıyorum. En çok Pleats Please Issey Miyake, Özlem Süer, Arzu Kaprol, Yohji Yamomoto giyiyorum.Bir de tabii üzerimde gördüğünüz gibi Sibel Karakaşlı tasarımı özel dikim gömleklerim var. Onlarsız olmaz .


Dünyada en çok hangi tasarımcıları ve sanatçıları beğeniyorsunuz?

En çok sevdiğim mimar Santiago Calatrava, tasarımcı Philippe Starck (tüm zamanların en iyisi)… Ayrıca  Jaime Hayon, sanatçı Olafur Eliasson, Gabriel Orozco ilk aklıma gelenler. O kadar çok var ki…


Müzikle aranız nasıl?

2. Dünya Savaşı’ndan itibaren geleneksel anlayışın kırılıp soyutlaşarak çağdaş sanata dönüşmesi yaşandı. Buna paralel giden müzik kültürü de form değiştirdi. Bu aralar bunu işitsel olarak da anlayabilmek için o dönemin müziklerine merak saldım. Günümüzdeki güncel rock, pop ve elektronik her şeyi,fütüristik müzikleri de takip ediyorum. Aslında sanatın müziğe etkisini her dönemde  görebiliyorsunuz. Müzik zevkimin gelişiminde, analizinde  ve değerlendirmelerimde kardeşimin klasik müzik sanatçısı olmasının etkisi de büyük

 
Seyahat sever misiniz?

Evet çok seyahat etmeyi seviyorum. Yeni bir yer daha görmek ve keşfetmek hayatımdaki en büyük mutluluk.